Madam Bovary (;1), Fransız yazar Gustave Flaubert'in "Madam Bovary: Taşra Hayatı" orijinal ismiyle 1856'da yayınlanan ilk romanıdır. Yaşadığı sıkıcı ve sıradan taşra hayatından kurtulabilmek için sınırlarını umutsuzca zorlayan Madam Bovary'nin hikâyesini anlatır.
Roman, 1 Ekim 1856 ve 15 Aralık 1856 arasında La Revue de Paris'te ilk kez tefrikalar halinde yayınlandığında, kamu savcıları tarafından müstehcenlik nedeniyle hakkında soruşturma başlatılmıştır. Ocak 1857'de ortaya çıkan dava yoğun ilgi çekmiş, Flaubert'in 7 Şubat 1857'deki beraatinden sonra, Madame Bovary, Nisan 1857'de iki ciltte yayınlandığında en çok satan kitap olmuştur. Romantizmin idealist yaklaşımına bir tepki olarak ortaya çıkan roman, realizm akımının ilk ve en önemli örneklerindendir. Bu kitaptan sonra bovarizm akımı oluşmuş ve psikolojide tatminsizlik, memnuniyetsizlik anlamına gelen bir rahatsızlık olarak yer almıştır.
Time dergisi tarafından 2007 yılında açıklanan dünyanın en ünlü yazarlarına göre "Tüm Zamanların En İyi On Kitabı" listesinde, Lev Tolstoy'un Anna Karenina adlı yapıtının ardından ikinci seçilmiştir.2
Madame Bovary, kuzey Fransa'da, Normandiya'daki Rouen kasabası yakınlarında geçer. Roman, tuhaf giyimli, utangaç bir genç olan Charles Bovary'nin yeni okulundaki ilk gününde sınıfa girmesiyle ve arkadaşları tarafından alaya alınmasıyla başlar. Öğrenim hayatında gösterdiği bütün çabaya rağmen Charles ancak ikinci sınıf bir tıbbi derece elde edebilir ve Halk Sağlığı Hizmetinde Sağlık Memuru olarak çalışmaya başlar. Annesinin onun için seçtiği sevimsiz ama sözde zengin bir dul olan Héloïse Dubuc ile evlenir. Kariyerinin başlangıç noktası olarak Tôtes köyüne yerleşir.
Bir gün Charles, sahibinin kırık bacağını iyileştirmek için yerel bir çiftliğe davet edilir ve orada evin kızı Emma Rouault ile tanışır. Emma, manastırda "iyi eğitim" almış, şiirsel giyimli güzel bir genç kadındır. Popüler romanlarda okuduğu lüks ve romantizm dolu hayatlara özlem duymaktadır. Charles görür görmez ondan hoşlanır ve hastasını gerektiğinden çok daha sık bir şekilde ziyaret etmeye başlar. Bir süre sonra Héloïse'in kıskançlığı yüzünden bu ziyaretler son bulur.
Romanda Héloïse beklenmedik bir şekilde ölür. Charles makul bir süre bekledikten sonra tekrar Emma'yla ilgilenmeye başlar. Babasının da onay vermesiyle, Emma ve Charles evlenir.
Buradan sonra roman Emma'ya odaklanır. Charles iyi niyetlidir ama beceriksizdir. Marquis d'Andervilliers tarafından davet edildikleri zarif bir balodan sonra, Emma evlilik hayatını donuk bulmaya başlar ve neşesini kaybeder. Charles, karısının bir manzara değişikliğine ihtiyacı olduğuna karar verir ve işini daha büyük pazar kasabası olan Yonville'ye (geleneksel olarak Ry kasabası olarak geçer) taşır. Orada Emma'nın kızı Berthe doğar, ancak annelik Emma'yı hayal kırıklığına uğratır. Yonville'de tanıştığı, edebiyat ve müzik konusunda kendisiyle aynı zevkleri paylaşan Léon Dupuis adında genç bir hukuk öğrencisine delicesine aşık olur ve yaşama sevinci tekrar geri gelir. Fakat kendine yakıştırdığı erdemli eş ve özverili anne imajında teselli arayarak Léon'a olan tutkusunu ve Charles'a olan tiksintisini içine atmak zorunda kalır. Léon, Emma'nın aşkından umudunu kesince eğitimi için Paris'e gider.
Bir gün, zengin ve hovarda bir toprak sahibi olan Rodolphe Boulanger, hizmetçilerinden birini tedavi için Charles'a getirir. Orada Emma ile karşılaşır ve onun kolay bir av olacağını hisseder. Emma'nın sağlığına iyi geleceğini bahane ederek onu at binmeye davet eder. Saf hislerle sadece karısının sağlığını düşünen Charles, bu planı kolayca benimser. Bu gezide Emma ve Rodolphe ilişkisi başlar. Romantik fantezilerle kontrolü kaybeden Emma, tehlikeli aşk mektupları ve gizli buluşmalarla kendinden ödün vermeye başlar. Dört yılın sonunda Emma, birlikte kaçmaları konusunda ısrar etmeye başlar. Rodolphe, bu plan için o kadar hevesli değildir ve kaçmayı planladıkları günün arefesinde, Emma'ya yolladığı bir kayısı sepetinin altına gizlediği bir özür mektubuyla ilişkiyi sonlandırır. Yaşadığı büyük şok üzerine Emma depresyona girer ve kısa bir süreliğine kurtuluşu dinde arar.
Emma neredeyse tamamen iyileştiğinde, Charles onu, Rouen yakınlarındaki bir operaya götürür. Opera, Emma'nın içindeki tutkuları yeniden uyandırır ve tam o sırada tesadüfen aynı operayı izlemeye gelmiş eski sevdalısı Léon ile karşılaşır. Léon mezun olmuş ve Rouen'de çalışmaya başlamıştır. Aralarında aşk ilişkisi başlar. Charles'ı piyano dersleri aldığına inandıran Emma, her hafta Léon ile aşk yuvası olarak gördükleri otel odasını ziyaret etmeye başlar. İlişkilerinin başında ikisi de çok mutludur ama Léon zamanla Emma'nın duygusal aşırılıklarından sıkılmaya başlayınca Emma'nın Léon hakkındaki hisleri de bulanıklaşır. Bu arada Emma düzenbaz bir tüccar olan Lheureux'ın ağına düşmüştür. Kontrolden çıkan lüks harcamaları yüzünden oluşan borcuna karşılık Charles'ın mülkü üzerine bir vekâletnameyi tüccara vermek zorunda kalır.
Lheureux, Bovary'nin borcunu tahsil etmek için eve ihtarname gönderince Emma, Léon ve Rodolphe dahil pek çok kişiden borç ister ama geri çevrilir. Umutsuzluk içinde arsenik içerek intihar etmeye karar verir ve acılar içerisinde ölür. Acılı eş Charles, derin bir kedere gömülür, Emma'nın hatıralarını canlı tutmak için yatak odalarını bir mabede çevirir ve hiçbir eşyanın atılmasına izin vermez. Yaşamının son aylarında, çalışmayı bırakır ve mallarını satarak ayakta kalmaya çalışır. Evini, Lheureux'a olan borçları yüzünden kaybeder. Tesadüfen Rodolphe ve Léon'un aşk mektuplarını bulur ve temelli çöker. Charles ölünce küçük kızı Berthe'yi büyükannesi yanına alır ama o da kısa süre sonra ölür. Berthe daha sonra onu pamuk fabrikasında çalışmaya gönderecek kadar fakir bir teyzesinin yanına gitmek zorunda kalır. Kitap, Charles'ı tıp alanında kendine rakip gören yerel eczacı Homais'in, Yonville halkının nezdinde itibar kazandığını ve tıbbi başarıları için ödüllendirildiğini söyleyen bir iki kapanış cümlesiyle biter.
Emma Bovary, romana ismini veren karakterdir (Charles'ın annesi ve eski eşi de romanda Madam Bovary olarak geçerken kızı Matmazel Bovary olarak geçer). Dünyaya romantik bir gözle bakan Emma'nın güzellik, zenginlik ve yüksek sosyete hakkında tutkuları vardır. Kurgu, bu romantik tutkular ve taşra hayatının sıradanlığı arasında bocalayan Emma'nın üzerinden şekillenir, haleti ruhiyesinin onu iki gayrimeşru ilişkiye, borç batağına ve sonunda intihara sürüklemesiyle sonuçlanır. Emma hayallerde yaşayan bir karakterdir, onun iç gözlemi ve ruhsal çatışmalarının çözümlenmesi Flaubert'in yazarlıkta geldiği noktayı göstermektedir.
Charles Bovary, Emma'nın kocası, çok basit ve sıradan bir adamdır. Bir kasaba doktorudur ama diğer her şeyde olduğu gibi mesleğinde de vasattır. Aslında tam anlamıyla bir doktor da değildir, aldığı tıp eğitimi "sağlık memuru" niteliğindedir. Bununla birlikte hastalarını düzenli kontrol eden, işini severek yapan bir adamdır. Güler yüzlü ve samimi biridir, isimleri ve yüzleri hatırlamak gibi bir yeteneği vardır, çoğunlukla ilk yardım için çağrılır. Bu özellikleriyle Tôtes'teki hastalarının dostluğunu ve güvenini sağlamıştır; ancak, Yonville'e taşındığında, kariyeri, eczacı Homais'in gizli saldırıları karşısında inişe geçer. Aksi yönde bariz kanıtlar olmasına rağmen Charles, karısını kusursuz bulur ve ona tapar. Asla ondan şüphelenmez, parasının bütün kontrolünü ona bırakır; ve böylece kendi yıkımına da neden olur. Charles'ın bütün sevgisine rağmen Emma, onu zevksizliğin ve sıradanlığın bir simgesi olarak görür ve küçümser.
Rodolphe Boulanger yöre sakini bir zengindir, diğer pek çok metresine yaptığı gibi Emma'yı da baştan çıkarır ve gönül eğlendirir. Bazen Emma'dan hoşlanır ama bu gerçek aşktan çok uzak bir duygudur. Emma kontrolünü kaybetmeye başlayınca, Rodolphe ondan soğur ve tedbirsizliğinden endişe etmeye başlar. İlk başta Emma ile kaçmaya razı olur ama sonradan cesareti kırılır ve kararından döner, bunda Emma'nın küçük kızı Berthe'nin de büyük etkisi vardır.
Léon Dupuis, Emma'yı şiirle tanıştıran ve ona aşık olan bir katiptir. Emma'dan duygularına karşılık bulamaz ve Yonville'den ayrılır, ancak Emma'nın Rodolphe Boulanger'la bozulan ilişkisinden sonra ikili yeniden karşılaşır; böylece Emma'nın ikinci gayrimeşru ilişkisi başlar.
Mösyö Lheureux, Yonville'deki insanlara sürekli krediyle mal satmaya ve bu yolla faizle borçlandırmaya çalışan manipülatif ve kurnaz bir tüccardır. Büyüme hırsıyla pek çok küçük esnafın batmasına neden olan Lheureux, ustaca avucuna aldığı Emma üzerinden Charles'ı borçlandırır; ve nihayetinde hem Emma'nın intiharına hem de Bovaryler'in mali yıkımına neden olur.
Mösyö Homais kasabanın eczacısıdır. Azılı bir din düşmanıdır. Geçimini sağladığı işi yapmak için resmi bir ruhsatı yoktur. Bir yandan Charles'a dost gibi davranırken bir yandan da onun mesleğindeki yetkinliğini itibarsızlaştırmaya ve hastalarını çalmaya çalışır. Bir noktada Charles'ı imkânsız bir ameliyata teşvik eder ve Charles'ın mesleki itibarını kaybetmesine neden olur.
Justin Mösyö Homais'in çırağı ve uzaktan akrabasıdır. Başta iyilik olsun diye eve alınmış olmasına rağmen çalışkanlığıyla kendini sevdirmiştir. Emma'ya sevdalıdır. Romanın finaline doğru Emma tarafından "uyumasına engel olan bazı sıçanlardan kurtulabilmek için arseniğe ihtiyacı olduğu" bahanesiyle kandırılır ve tıbbi malzeme odasının anahtarını çalar. Emma arseniği yutunca büyük bir dehşet ve pişmanlık duyar.
Père Rouault Emma'nın babasıdır. İyi kalpli, dürüst bir adamdır. Romandaki karakterlerde görülen riyakarlık ve ahmaklık özelliklerini taşımayan iki karakterden biridir.3
Romanın zaman ve mekan seçimi, Flaubert'in gerçekçi tarzını ve romanın kahramanı Emma üzerinden içinde yaşadığı toplumu nasıl yorumladığını anlamak için önemlidir.
Francis Steegmuller'a göre roman 1827 Ekimi'nde başlar ve 1846 Ağustosu'nda biter. Bu dönem, yükselen şehirli orta sınıfın gözüne girebilmek için şemsiyesini kendi taşıyarak Paris'te dolaşan Louis Philippe'in saltanat sürdüğü Temmuz Monarşisi'ne denk düşer. Flaubert, taşra halkının ahlak, görgü ve davranış kalıplarını anlatarak onların aslında şehirli orta sınıfı taklit etmeye çalıştığını göstermek ister.
Flaubert, gündelik hayatın tam bir yansımasını tasvir etmeye çalışmıştır. Yonville kasaba fuarının geçtiği bölüm buna çok iyi bir örnektir; bir yandan fuardaki olaylar gerçek zamanlı anlatılırken diğer yandan da fuara yukarıdan bakan bir pencerenin arkasında gerçekleşen çok samimi bir yakınlaşma eş zamanlı verilir. Flaubert, romanın geçtiği yeri ve adetlerini çok iyi biliyordu; çünkü o da Rouen'de doğup büyümüştü. Flaubert'in, taşranın gündelik hayatını aktarırken kullandığı gerçekçi üslup, kitaba itibar kazandırmasının yanında edebi gerçekçilik akımının da başlangıcı olmuştur.
Flaubert'in kurguladığı sıradan ve basit gerçeklik, romanın baş kahramanının aşırı arzularıyla tam bir kontrast halindedir. Gündelik hayatın bayağılığı, Emma'nın romantik fantezilerine hiç uymamaktadır. Flaubert, zaman, mekan ve karakterleri yansıtmak için bu karşıtlığı bir arada kullanır. Emma gündelik gerçekliğin ışığında daha kaprisli ve gülünç görünür. Bununla birlikte onun arzuları da taşra insanının sıradanlığını daha belirgin hale getirir. Taşrada aldığı yetersiz eğitimle imkânsız gibi görünse de Emma'da, güzelliğe ve yüceliğe dair bir arayış vardır; bu arayış burjuva sınıfında görünmez.
Kitap, bazı yönlerden yazarın sonradan doktor olan bir okul arkadaşından ilham almıştır. Flaubert'e, abartıdan uzak, doğal bir dille, gerçek dünyaya ait bir roman yazması, arkadaşı ve akıl hocası olan Louis Bouilhet tarafından önerilmiştir.4 Gerçekte de, yazım stili Flaubert'in en çok önemsediği unsurdu. Flaubert romanı hakkında yazdığı bir mektupta, bu romanın herhangi bir şey hakkında olmadığını, sağlamlığını dışarıdan aldığı bir konudan değil, kendi tarzından aldığını söylüyordu.5 Sanat eleştirmeni Jean Rousset, Flaubert'in modern edebiyattaki ilk soyut yazar olduğunu, James Joyce ve Virginia Woolf gibi isimlerin onu takip ettiğini söyler.6 Flaubert, Balzac'ın yazım tarzını beğendiğini açık bir şekilde ifade etmemiş olsa da, yazdığı roman, Balzac'ın öncüllediği edebi gerçekçilik akımının en parlak örneği olarak gösterilmektedir. Romandaki "gerçekçilik", müstehcenlik davasının ana unsurlarından biriydi; başsavcı, sadece bu romanın değil, edebiyattaki "gerçekçilik" akımının topyekun sanata ve toplum ahlakına bir saldırı olduğunu ileri sürmüştü.7
Gerçekçilik akımı, bir yönüyle, Romantizm akımına bir tepkiydi. Romandaki Emma karakteri, romantizmin sembolü olarak görülür; Çünkü ne düşünceleri ne de duyguları yaşadığı dünyanın gerçeklerine bağdaşmamaktadır. Bazı yönlerden birbiriyle özdeşleştirilmiş olmalarına rağmen8 Flaubert, çoğunlukla, Emma'nın romantik hayallerinden ve edebiyat zevkinden alayla bahsetmiştir. Flaubert'e ait olduğu düşünülen "Madam Bovary, c'est moi" ("Madam Bovary benim") sözünün doğruluğu tartışmalıdır.91011 Flaubert mektuplarında, romanın duygusal tarafıyla arasına mesafe koyduğunu belirtmiştir. Roger des Genettes Edma'ya yazdığı mektupta, "ce que j'aime n'y est pas Tout" ("sevdiğim her şey orada değil"), Marie-Sophie Leroyer Chantepie'e yazdığı mektupta da "je n'y ai rien mis ni de mes sentiments ni de mon existence" (Ne duygularımdan ne de karakterimden bir şey kattım) ifadeleri geçer.12 Mario Vargas Llosa, "Eğer Emma Bovary o kitapları okumamış olsaydı kaderi farklı olabilirdi" demiştir.13
Madam Bovary, Flaubert'in yaşadığı dönemlerde, özellikle de Louis Philippe döneminde, işçi sınıfı ve soylu sınıfı arasında yeni yeni belirmeye başlayan şehirli orta sınıfın asla gerçekleşmeyecek delicesine hayallerini, kendini beğenmişliğini, kültürsüzlüğünü hicveden bir burjuva eleştirisi olarak görülmektedir. Flaubert bu yeni burjuva sınıfını küçümserdi. Yerleşik Düşünceler Sözlüğü adlı kitabında burjuvaziyi "zihinsel ve ruhsal yüzeysellik", "saf hırs", "sığ kültür", "maddiyatçılık", "açgözlülük", "ve her şeyden öte fikirlerin ve inançların papağan gibi tekrarlanması" ifadeleriyle tanımlamıştı.14
Vargas Llosa'ya göre, Emma'nın dramı "hayal ve gerçek" arasındaki uçurum, "arzu ve tatmin" arasındaki boşluktan ileri gelir ve bunlar, bir asır sonra sanayi toplumlarında görülecek olan ***yabancılaşma***nın ilk işaretleridir.15 Bununla birlikte, romanın tek konusu, bir kadının hayalci romantizmi değildir; Charles da gerçeği kavramakta büyük zorluk çekmektedir ve Emma'nın gerçek hislerini, gerçek arzularını anlamaktan çok uzaktır.
Uzun zamandır en iyi romanlar arasında sayılan bu kitap, kurgusal gerçekliğin "kusursuz" bir örneği olarak gösterilmektedir. Henry James'e göre "Madam Bovary'nin mükemmelliği onu zirvede yalnızlığa mahkum etmiştir ve onun bu emsalsizliği yargıların ötesindedir."16 Marcel Proust Flaubert'in tarzındaki *"gramatik sadelik"*ten övgüyle bahsederken Vladimir Nabokov, "şiir üslubuyla yazılmış düzyazı" betimlemesini yapmıştır.17 Benzer şekilde, Milan Kundera, Şaka adlı romanının önsözünde şöyle yazar: "Flaubert'e kadar düzyazı, "estetik olarak yetersiz" damgasını taşıyordu; Madam Bovary'den sonra estetik olarak şiirle bir tutulmaya başlandı". Giorgio de Chirico, anlatıcının konumu açısından düşünüldüğünde, yazılmış en kusursuz romanın Madam Bovary olduğunu söylemiştir. Julian Barnes de bu kitabı, yazılmış en iyi roman olarak göstermiştir.18 Bu roman, 19. yüzyıl boyunca giderek artan bir gerçekçilik eğiliminin en önemli örneklerindendir. Bu eğilimde, karakterlerin dış dünyasından çok iç dünyası betimlenmiş ve psikoloji önem kazanmıştır.19 Bu açıdan bakıldığında Marcel Proust ve James Joyce gibi büyük romancılara da öncüllük etmiştir.
Madam Bovary'nin film uyarlamaları:
Özlem Narin Yılmaz, Madam Bovary’nin tuhafiyecisi
Orijinal kaynak: madame bovary. Creative Commons Atıf-BenzerPaylaşım Lisansı ile paylaşılmıştır.
Flaubert, Oeuvres, vol 1, Bibliothèque de la Pléiade, 1972 p.305 ↩
Quoted in Madame Bovary: a Reference Guide, Laurence M Porter, Eugene F Gray, 2002, s. 130 ↩
Vargas Llosa quoted in ↩
Quoted by Malcolm Bowie, Introduction to Madame Bovary, translated by Margaret Mauldon, OUP, 2004 p. vii ↩
Ne Demek sitesindeki bilgiler kullanıcılar vasıtasıyla veya otomatik oluşturulmuştur. Buradaki bilgilerin doğru olduğu garanti edilmez. Düzeltilmesi gereken bilgi olduğunu düşünüyorsanız bizimle iletişime geçiniz. Her türlü görüş, destek ve önerileriniz için iletisim@nedemek.page